18 Nisan 2009 Cumartesi

ERGENLİK DÖNEMİNİN EVRELERİ

Ergenlik dönemi 11 - 12 yaşlarında başlayıp yirmili yılların başlangıcına kadar süren, hızlı bedensel, ruhsal, sosyal değişiklikleri içeren dönemin genel adıdır. Dönem içinde çeşitli yaşlar farklı gelişim atakları içerir, bu nedenle bu uzun dönemin genel adıdır. Dönem içinde çeşitli yaşlar, farklı gelişim ataklarını içerir. Bu nedenle bu uzun dönemi çeşitli gelişim özelliklerini göz önünde bulundurarak üç alt evreye ayırmak mümkündür.
Bu sınıflamalara geçmeden önce şu noktayı ısrarla vutgulamakta fayda var. Bireysel farklılıklar Ergenliğin başlangıcından sonlanışına kadar gerçekleşecek tüm değişiklikler ve yaşanacak uyum sürecinde ortaya çıkacak duygusal tepkiler evrenseldir. Ancak her bireyde bu sürecin ne zaman başlayacağı, ne zaman sona ereceği, nasıl uyum problemleri ile karşılaşacağı, bunlarla nasıl başa çıkacağı, bu dönemden ne tür öğrenmelerle çıkacağı kişisel bir süreçtir. Bu kişisellik bireyin kalıtım yolu ile getirdiği mirasından, içinde yaşanılan toplumun kültürel değerlerinden, ikilemden, beslenme alışkanlıklarından, aile tutumlarından v.s. kaynaklanır. Ergenin dönem içinde karşılaştığı sıkıntılarda hissettiği başat duyguyalnızlık ve buna eşlik eden yabancılaşma hissidir. Ansızın ortaya çıkan bedensel değişme, genellikle ergeni hazırlıksız yakalar. Ya da değişimler yaşıtlarından daha geç başlayabilir. Bu nedenle bireysel farkların varlığını ve gelişme - değişmenin herkeste değişik düzeylerde olacağını bilmek gencin kaygılarını azaltacak önemli bir faktördür.
Bu hatırlatmadan sonra, ortalama yaş sınırlarını göz önünde tutarak dönemi açıklamaya devam edelim. Ergenlik döneminin kendi içinde kabaca üç farklı evreye ayrılabileceğinden söz etmiştik.
1- Buluğ ( erinlik- püberte ) Kızlarda ortalama 11 - 13, erkelerde 13 - 15
2- Orta dönem: Ortalama 13 - 15 yaşlarından 17 yaş civarına kadar.
3- Son dönem : Ortalama 18'den 20'li yaşların başlarına kadar olan dönem.

Buluğ dönemi fizyolojik değişikliklerin en yoğun olduğu dönemdir. Kızlar erkeklere göre ortalama iki yıl kadar önce bu döneme girerler. Boy hızlı bir biçimde uzar. Cinsiyet özellikleri belirginleşir. Üreme organlarının yapısında değişme ve olgunlaşma gerçekleşir. Kızlarda ilk adet görme, erkeklerde ilk boşalma toplum tarafından büyümenin dönüm noktası olarak algılanır. Gelişmeyi ek cinsiyet özelliklerinin oluşumu takip eder. Tüylenme, seste kalınlaşma, kadınsı ve erkeksi beden görünüşüne ulaşma. Bu fizyolojik değişiklikler sırasında ergenin ilgisi kendi bedenine yönelmiş durumdadır. Bedenine ve o güne kadar taşıdığı kişisel rolüne karşı yabancılaşma hisseder. Bu süreçte sebepsiz öfke patlamaları, durup dururken ağlamalar, sinirlilik halleri sık görülen durumlardır.
Ergenliğin orta döneminde bedence büyüme hız keserek devam etmektedir. Kişinin kendi bedenindeki değişikliklere uyumu artmış ve dolayısıyla cinsiyet rollerinden kaynak alan gerilimleri azalmaya başlamıştır. Bu süreçte artık anne - babadan bağımsız olma çabaları görülmektedir. Ergen yeni kimliği ile toplumdaki yerini aramaya başlamış, arkadaş gruplarının önemi artmıştır. Özerklik ihtiyacı üst seviyededir. Arkadaşlık ve grupla özdeşleşme artmıştır. Aileden bağımsız olma çabaları çelişkili duyguları da beraberinde getirir. Hem aileden uzaklaşma ve kendi bireyselliğini ispatlama, hem de onların sevgi ve desteğine büyük ihtiyaç duyma gibi. Bu yalnızlık ve güçsüzlük duygularını da beraberinde getirebilir, anne - baba ile çatışma artabilir. Bilişsel olarak soyut düşünme yeteneği olgunlaşır. Görev sorumluluğu ile eğlence arasında çelişkiler yaşanır. Akademik başarıda istikrarsızlıklar yaşanabilir. Bu durum aile ile çatışmayı arttırır.
Ergenliğin son dönemi, fiziksel gelişimin tamamlandığı, ilişkilerde çatışmaların azaldığı, karar vermede zorlukların azaldığı ve kişisel olgunluğun arttığı bir dönemdir. Bağımsızlık, kendi kararlarını verme, seçim yapma konusunda çelişkileri azalır. Karşılaşılan sorunlarla başa çıkmada daha gerçekçi ve amaca yönelik çözümler üretebilir. İş ve meslek seçimi ile ilgili kararlar, kaygıyı arttıran bir durum olarak gündemde olsa da, genç bununla başa çıkabilecek olgunluğa erişmiştir. Kendi ilgi ve yeteneklerini tanımakta, kendi yolunu seçmek konusunda daha kararlı ve cesur davranabilmektedir. Cinsel çatışmalar azalmıştır. Yaşam değerleri ile ilgili sorgulamalar artmış , toplumsal sorunlara bakış açısında gelişmeler olmuş , toplumsal konulara ilgi artmıştır. Bu dönem tanrı inancı ve dini değer ve öğretilerin de sorgulandığı bir dönemdir. Bütün bu sorgulamalar ( yaşam değerleri, gelecekten beklentiler, toplumsal değerler ) bireyin kendi kişiliğini sentez edişi ve birey olarak kendi tavır ve tutumlarını belirlemek için gayretlerdir. Kişi ben imajını kafasında netleştirdikçe ,ergenliğin de sancıları azalarak sona erer. Bu artık gençlik döneminin başlamasının işaretidir.

www.turkpdr.com

ERGENLİK BELİRTİLERİ

Püberte ( Görünür ergenlik belirtileri ) kız çocuklarında 9 - 10 yaşlarında, erkeklerde ise 11 - 12 yaşlarında başlar. Biyolojik değişikliklerin tamamlanması ise 3- 5 yıl veya daha uzun sürer. Ergenlik öncesi devrede erkek çocukta gelişmenin esas karakteri büyümedir. Bunu sağlayan faktör ise hormonaldir. Bu hormaonal sistemin organizatörü hipofizdir. Hipofiz beyin kaidesinde bir çukurun içine yerleşmiş fındık kadar bir organdır. 3 bölümdür. Her bölüm kendine özgü çeşitli salgılarla hem diğer salgı bezlerinin çalışmasını ayarlar, hem de organizmanın genel metabolizmasını düzenler. Ergenlik öncesi bu organın etkisi ile kemiklerde bir uzama ve kalınlaşma başlar . Çocuğun boyu uzar, omuzları ve göğüs kafesi genişler. Bu devrede testisler gelişir, testis volümü artar. Testislerin iki önemli görevi vardır. Birincisi yeni cinsin oluşmasını sağlayacak, cinsiyet hücresini yani sperm dediğimiz tohumu meydana getirmektedir. İkinci görevi ise erkeklik hormonu dediğimiz testosteronu salgılamaktır. Hormonun etkisi ile dış ve iç genital organlar ( penis, prostat ve sicula seminalisler ) gelişir, ses kalınlaşması, pubis, koltuk altı , yüz, kol ve bacaklarda kıllanma başlar. Bu hormon nedeniyle erkek çocuklarda boy uzaması ve adale gelişmesi kızlardan fazla olur. Erkeklerde genital gelişme ile beraber büyüme hızlanır. Androgenler kemik gelişmesini de hızlandırdığından bir süre sonra kemik uçlarındaki epifiz dediğimiz büyüme bölgeleri kapanır ve büyüme durur. Kızlarda püberte dediğimiz seksüel olgunlaşma erkeklere göre daha erken, 9 - 10 yaşlarında başlar. Overlerden östrojen yani dişilik hormonu salınmasıyla birlikte büyüme hızlanır, göğüsler büyür menstrüasyon dediğimiz aylık adet kanamalrı başler. ( Ortalama 12 - 13 yaş ) Pubis ve koltuk altında kıllanma oluşur. Bu hormonun etkisi ile kemik gelişmesi hızlanır, epifizler kapanır, büyüme tedricen durur. Adetler ilk oluştan sonraki 1 - 2 yılda düzensizlikler yaşanabilir. Kız çocuklarda daha erken olmak üzere seksüel olgunlaşmanın ilk işaretleriyle birlikte büyüme hızlanır. İlk adetten hemen evvel büyüme yavaşlamaya başlar, epifizlerin kapanmasıyla durur. Uzun kemiklerde büyümenin durması kız çocuklarda 16 - 18, erkeklerde 18 - 20 yaşlarında tamamlanır. Bundan sonraki minimal boy uzamaları gövde büyümesine aittir. Bu arada da kilo gözle görünür bir biçimde artar. Kız çocuklarda kilo artması deri altı yağ dokusunun artmasına bağlıdır. Erkek çocuklarda ise adale kütlesi artar. Pübertenin ortaya çıkışı ırk, genetik özellikler, sosya ekonomik düzey ve beslenme sistemiyle yakından ilişkilidir. Bu fizik değişiklikler yanında püberte çağı psikolojik gelişme çağıdır. Anne ve babasına dayanan, kendi benliğini daima en ön planda tutan çocuk, sosyal ödevlerini ve hayatını kendisi yürütecek bir kişilik haline geçmektedir. Bu dönemde anne ve babasından ayrışmaya başlayan çocuk, aile dışındaki karşı cinsten kişilerle olgun ilişkiler kurmayı öğrenmelidir. Bir kişilik araması içinde olan çocuklar bazen bu hızlı bedensel büyümeye ve değişimlere uymada zorluk çeker ve bocalar. Bu değişiklikler kendisine anlatılıp, bunların normal gelişmeler olduğu açıklanan bir çocuk, bu sıkıntıları daha kolay atlatacaktır. Daha inatçı, dik kafalı olan çocuklara bu dönemde anlayışlı olup , yol gösterici olmak gerekir. Cinsel eğitimin amacı yalnızca çocuğu bazı gerekli sosyal kurallara uymaya götürmek değil, insanın sevgi içinde serbestçe gelişebilmesini ve kendinde bulunan cinsel güçleri olabildiğince düzenlemesini, bunları bilinçli olarak elde tutmasını, kendi ve başkalarının mutluluğu için bunlardan yararlanmasını sağlamaktır.
Ergenlik ( Adolesan ) çağı bir stres çağıdır. Büyüme ve gelişme ön plana çıkmış, bazı hastalıklara dayanıklılık artmıştır. Üst solunum yolu hastalıkları, tüberküloz gibi enfeksiyonlara dayanıklı olmak için uygun beslenme, düzenli uyku gereklidir. Bu devrede kifoz, skolyoz gibi iskelet sistemi bozuklukları daha sık görüleceğinden, oturma ve duruş bozuklukları olup olmadığına daha fazla dikkat edilmelidir. Tiroid bezinde büyüme, anemi, obesite ve zayıflık gibi beslenme ile ilgili bozukluklarda dikkatli olmak lazımdır.


www.turkpdr.com

Akut Kimlik Bocalaması

Dinamik açıdan bakıldığında;

1. Egonun olumlu bir kimlik duygusu yaratmak konusunda açığa çıkmış yetmezliği ve pes edişi
2. Öz tasarımda dağınıklık
3. Nesne tasarımlarında dağınıklık
4. Ego ülküsünde dağınıklık
5. Süperego işlevlerinde bozukluk

Klinik-betimsel düzeyde; çeşitli nevrotik belirtilerden psikoza kadar uzanan bir tablo söz konusu olabilir. DSM-III’de kimlik bozukluğu tanısı birinci eksende yer almaktadır. DSM-III-R’da köklü bir düzeltme ile kimlik bozukluğu birinci eksen tanısı olmaktan çıkarılmış ve “kimlik bocalaması” adıyla ikinci eksene yerleştirilmiştir. DSM-IV’de “Klinik ilgi odağı olabilecek diğer durumlar”başlığı altında “kimlik sorunu” olarak yer almaktadır. Ancak bu sınıflandırmalarda açıklayıcı bilgi yer almamaktadır.
Akhtar (1984), kimlik bocalamasının tanı koyucu belirtilerini şöyle sıralamaktadır: çatışan karakter örüntüleri, özdeki zamansal süreksizlik, içtenliğin yitirilmesi, boşluk duyguları, cinsel bocalama, etnik kökenden kopmuşluk ve tutarlı değerler sistemine sahip olmama.

Kimlik Bocalamasının Öğeleri

I. Ruhsal Yapılardaki Sorunlar
· Öz tasarımda ve öz kavramda dağınıklık
· Nesne tasarımlarında ve nesne kavramlarında dağınıklık
· Ego ülküsü ve öz ülküsünde dağınıklık
· Süperego işlevlerinde bozukluk

II. Kimlik Duygusunda Sorunlar
· Özün zaman içindeki aynılık ve sürekliliği yaşantısının yitirilmesi
· Özün roller içindeki aynılık ve süreklilik yaşantısının yitirilmesi
· Özün başkalarının gözünde aynılık ve sürekliliği yaşantısının yitirilmesi
· Kendi yolunda yürüyor olma yaşantısının yitirilmesi
· Gerçekçi bir yaşam çizgisi belirleyip bu çizgiye yönelememe
· Tuttuğu yolu ya da varoluş tarzını tam olarak benimseyememe
· Toplumsal çevrede kendine tanınma sağlayamama

III. Aşamalı – Oluşum Evreleriyle İlişkili Sorunlar
· Zaman kargaşası
· Kendiyle uğraşma ve kendinden kuşku duyma
· Rol ketlenmesi ve kendini çelmeleyici bir role saplanma
· İşeyaramazlık duygusu ve çalışma felci
· Cinsel bocalama
· Otorite kargaşası
· Değerler kargaşası

IV. Ters Kimlik Seçimi
· Topluca aranan ters kimlik seçenekleri
· Hasta kimliği


Bocalayan gençler çok zaman sorunlarının çözümünün bir önderle bütünleşmekten geçtiğine inanır ve onu ararlar. Bu yönelişin altında, önderin kılavuzluğunda herşeyi sil baştan yeniden öğrenme ve bu yolla kendini yeniden yaratma isteği yatar.
Çocukluk ve gençlik yılları boyunca görülen, tanınan ve özdeşim yapılan rol örnekleri arasında olumluların yanında olumsuzlar da yer alır. Herşeyden önce özdeşim bilinçli bir süreç değildir ve olumsuz rol örnekleriyle yapılan özdeşimlerden kaynaklanan bilinçdışı bir arzu-yasak ve ürkütücü yola sapma arzusu-çoğu kimsede bilinç düzeyine hiçbir zaman gelmeyecek olsa da derinde hep vardır. Başka deyişle “ters kimlik” (negative identity) her zaman vardır (Erikson 1982). Öç alıcı tarzda ters kimlik seçimi, hastalıklı ölçüde hırslı ebeveynlerin gencin önüne koydukları hedeflerin, onun gözünde ulaşılmaz olması durumunda da gündeme gelebilir.


Hasta kimliği (patient identity), psikiyatri kliniklerinde tedavi gören bocalama içindeki gençler için el altındaki bir ters kimlik seçeneğidir. Çünkü, tedavi gerektiren ruhsal sorunları olduğu doktorlar tarafından onaylanmış ve çevreleri de kendilerine bu yüzle bakmaya başlamıştır. Bir anlamda, kendilerini bir ruh hastası olarak görmeleri ve toplum tarafından da öyle tanınmaları için her şey hazırdır. Tehlike, gencin bu rolü benimsenmesinde ve ruh hastası olarak kalmaya yönelmesinde yatmaktadır. Bir yönüyle ruh hastası olma nedeniyle her türlü yükümlülükten kurtulma amaçlanmaktadır. Bu tür ergenler tedavi sırasında da sorumluluktan kaçma ve tedavide oyalanma eğiliminde olabilirler.


www.turkpdr.com

Kimlik Bunalımından Kimlik Bocalamasına

Genç bir hastanın sorununun depresyon mu yoksa kimlik bocalaması mı olduğunu sormak bir yanılgı olur. Çünkü, biri klinik-betimleyici (deskriptif) bir durumu diğeri ise dinamik-çözümleyici (analitik) durumu tanımlamak için kullanılır. Kuşkusuz, klinik ve dinamik tanılar birbirlerini tamamlar. Erikson kimlik bocalamasını bir klinik tanı olarak düşünmemiş ve önermemiştir. Kendi ifadesiyle; “kimlik bocalaması elbette bir olgu değildir. Gelişimsel bir bunalım olarak değerlendirilebilir. “ Erikson için kimlik bocalaması kavramı betimleyici (descriptive) değil, çözümleyici (analytic) bir kavramdır.


Kimlik bunalımı (identity crisis) Erikson’un kuramında aynı anda iki şeyi birden anlatır: Gelişim çizgisinde yer alan bütünlük bunalımı (crisis of wholeness) ve ruhsal-toplumsal bunalımı (psycho-social crisis) içerir. Erikson ruhsal-toplumsal gelişimi 8 evrede düşünür. Bu aşamalı-oluşum evrelerinin herbirinde birbirine karşıt duygular yaşanır. Bu duygulardan hangisinin başat duruma geçeceği o evrenin ruhsal toplumsal bunalımının konusunu oluşturur. Gençlik çağının ruhsal toplumsal bunalımına, yani kimlik bunalımına özgü karşıt yaşantılar, kimlik duygusu ve kimlik bocalaması olarak belirlenir. Kimlik bunalımının normal akışı içerisinde kimlik duygusunun genel olarak ön planda olması beklenirse de, zaman zaman kimlik bocalaması yaşantısının bireye egemen olması kaçınılmazdır. Bu anlamda, kimlik bocalaması her gençte en azından dönem dönem söz konusu olur (Erikson 1982). Öte yandan, bir gençte kimlik bocalaması yaşantısının genel olarak kimlik duygusunun önüne geçmeye başlaması durumunda gizil kimlik bocalamasından (latent identity confusion) söz edilir. Gencin yaşadığı ruhsal sorunlar uyumunu belirgin biçimde bozmadığı ve klinik belirtilere yol açmadığı sürece bu terimi kullanmak uygun olur. Gençte uyumu tümüyle bozarsa akut kimlik bocalaması (acute identity confusion) olarak tanımlanır. Dereboy kimlik kargaşası veya karmaşası terimi yerine kimlik bocalaması terimini tercih ediyor. Çünkü kargaşa terimi daha çok bozukluk ifade ederken, bocalama gelişimsel bir sorunu ifade etmektedir. Akhtar (1984) ve Kernberg (1986) kimlik bocalamasını anlatmak için daha vurgulu olan “identity diffusion” terimin kullanmayı yeğlerler.


Gönül verme ya da bağlanma (commitment) kavramı; kişinin en genel anlamında bir uğraşı ya da ilişkiye kendini tam anlamıyla vermesidir.


Jacobson (1964) ve Kernberg (1967), kimlik bocalamasını sınır kişilik örgütlenmesinin bir klinik belirtisi, yani sonucu olarak düşünürler.


Kimlik bocalamasına neden olan etmenler kabaca iki kümede ele alınabilir: Toplumsal ve Bireysel. Bu bağlamda, ailenin ya da toplumun yaşam tarzında belirgin bir değişikliğin olduğu, bir anlamda kültürel bir kopuşun yaşandığı durumlarda, gençlerin kimlik oluşumunun görece zora girdiği söylenebilir. Çünkü böylesi dönemlerde, sadece gencin önündeki rol örnekleri aşırı bir çeşitlilik ve karşıtlık kazanmakla kalmaz; toplumun egemen ideolojisi de geçerliliğini yitirmeye yüz tutar. Bir anlamada, toplumun kendisinin kimlik bunalımı yaşadığı ve çeşitli toplumsal kesimler arasındaki yabancılaşmanın üst düzeye çıktığı yerde, gençlerin bireysel düzeydeki kimlik bunalımlarının da daha belirgin bir nitelik alması ve yere yer bocalamaya dönüşmesi kaçınılmazdır.


Kimlik bocalamasının bireyin gelişiminde yatan etmenleriyse; çocukluk dönemlerinden gelen güvensizlik, utanç, kuşku, suçluluk ve aşağılık duygularının eşliğindeki olumsuz öz imgelerdir. Gençlikte girilen uğraşlar, çocukluktan gelen olumsuz öğeleri zayıflatmak yerine pekiştirirse, kimlik bocalaması kaçınılmaz olur.

www.turkpdr.com

Kimlik Kuramları

Erikson-Psikososyal Gelişim Kuramında Kimlik Kavramı: Erikson’un ego gelişimini beşinci evresi kimlik duygusuna karşı rol karmaşasıdır. Ego kimliği, bireyin geçmiş deneyimlerinin, daha sonraki evrelerde zorlayıcı biçimde artan ve çeşitli sosyal rollerin içinde egonun uyumsal işlevleriyle yeniden harmanlanmasıdır. Ego kimliği duygusu ego kimliğinden alınan süreklilik (continuity) ve aynılık (sameness) algısıdır.
Bu aynılık ve sürekliliğe olan güven başkalarının gözünde de doğrulanmalıdır. Bireyin kimlik duygusunun, cinsel, mesleki, toplumsal, etnik, ideolojik açıdan tanımlanmaya ve kabul görmeye gereksinimi vardır. Bu sosyal kimlik duygusunu oluşturur. Bireyin içinde bulunduğu toplumda bir yer edinmesi, rollerini ve değerini tanıması sosyal kimliğin özünü oluşturur. Birey yaşamındaki önemli alanlarda anlamlı bağlar (commitment) kurmalıdır ve sosyal kimliği bu bağlar oluşturur. Sosyal kimlik, bireyin günlük yaşamda değişen rollerinde (evlat, eş, baba) aynılığı kavramasıdır (Marcia 1993).
Bireyin geçmiş deneyimleri ve özdeşimleri ile şimdiki deneyim ve özdeşimlerinin bileşimine Erikson kişisel kimlik demektedir. Yazara göre sosyal kimlik ve kişisel kimlik ego kimliğinin bileşenleridir. Erikson ergenliği yeniden yapılanma (reconstruction) olarak görür, bu nedenle de kimlik duygusunun kazanılmasında en kritik evreyi ergenlik kabul eder. Erikson kimlik oluşumunu nesne ilişkileri açısından içe atımlar-özdeşimler-kimlik oluşumu olarak üç aşamayla açıklar. Yazar içe atımı kısaca, bir başkasının imgesinin ilkel içe alımı olarak tanımlar ve içe atım düzeneğini yaşamın erken dönemlerinde yer alan bir nesne ilişkisi biçimi olarak görür. Özdeşim kavramı, toplumsal roller ve bunların tanınmasıyla ilişkilidir. Yani çocuk çevresindeki bireylerin üstlendikleri rollerin farkına vardıktan sonra, bu rollerle özdeşim yapar. Yaş ilerledikçe üstlenilecek olan toplumsal rollerin üst-üste dizilişini, yani hiyerarşisini öğrenir ve bu rollere hazırlanır. Kimlik oluşumu, yalnızca öz imgelerinin değil, egoda saklanan rol imgelerinden oluşan özdeşimlerin de kaynaştırılmasıdır. Kimlik oluşumunda özdeşimlerin seçici olarak özümlenmesi ve bazılarının atılması gereklidir. Bu özümleme ile aynı zamanda ego ideali netlik kazanacaktır. Kuramcı kimlik oluşumunun aşamalı-oluşum (epigenesis) gösterdiğini vurgulamaktadır.
Psikososyal Gelişim Kuramı’nda ergenlik döneminde yaşanan psikososyal kriz kimlik krizi adını almıştır. Erikson’a göre ego kimliği dış uyaranlarla bağlantısı önemlidir ve ergenlik döneminde birey yaşadığı fiziksel ve psikolojik gelişim nedeniyle yoğun bilgi uyaranına maruz kalmaktadır. Bu durumda, bu bilgilerin organizasyonu güçleşir ve kimlik duygusunda sorunlar ortaya çıkar.
Kimlik Krizi yaşantısı Erikson’a göre 4 şekilde sonuçlanabilir:
1.Kimlik duygusunun kazanılması (identity achievement): bireyin yaşam alanlarındaki bağlantılarını (commitment) yapmış, yolunu belirlemiş olması.
2. Askıya alma (moratorium): Birey bağlantı yapmayı erteler, kesin bağlantılar yapmadan önce bazı kimlik örüntülerini deneyerek araştırma yapar. Ergen, yetişkinlik sorumluluklarını almaya geçişte bir tür hazırlanma ve zaman kazanma dönemi seçer.
3. Kimlik karmaşası (identity confusion): ergen güçlü travmalarla karşılaşıp, toplumsal hoşgörüyü bulamazsa karmaşa yaşar. Bu klinik belirtiler gösteren psikolojik bir durumdur (Erikson 1984).
4. Kimlik Dağınıklığı (identity diffusion): kimlik karmaşasının daha da ağırlaşmış ciddi psikiyatrik hastalık olarak görülen halidir.
5.Ters kimlik (negative identity): kimlik karmaşası yogun olan ergen bu rahatsızlık duygusundan kurtulmak için, toplumsal beklentilerin tam karşıtı olan rolleri ve idealleri benimser.

James Marcia-Kimlik Durumları (Statüleri) Kuramı (identity status)
Kimliği ölçülebilir ve gözlenebilir özelliklerini ön plana çıkararak ele alan kuramcı J. Marcia’dır. Kuramcı kimlik duygusunun işevuruk (operational) tanımını ortaya koymuştur. Kimlik yapılanmasını dinamik bir süreç olarak değerlendirmekte; öz-nesne ayrışması ile başladığı ve ileri yaşta son bulduğunu vurgulamaktadır.
O’na göre temel olarak iki yaşam alanı-ideoloji ve kişiler arası ilişkiler- vardır. İdeoloji alanında; dini inançlar, politik seçimler, meslek seçimi, felsefi yaşam biçimi, kişiler arası ilişkiler arasında; arkadaşlık, flört, cinsiyet rolü, boş zaman uğraşısı gibi yaşamsal alanlar tanımlanmıştır. Bireyin bu yaşam alanlarında kimlik tanımlamalarını yaptığı ve kimlik duygusunun bu alanlardaki davranışlarla görülebileceği sayıltısı Marcia’nın görüşlerinin temelini oluşturur.
Marcia’nın kuramında, kimlik şekillenmesinin, iki boyutu mevcuttur. Birincisi, yaşam alanlarında, çeşitli alternatifler arasında seçim yapabilmek için yaşanan yoğun sorgulama süreci- seçeneklerin araştırılması (exploration of alternatives)- dır. Bu yaşamsal alanlarda, alternatifler arasında bir karara varma ve bu kararın gerektirdiklerini yerine getirme ise ikinci boyut-bağlanma (commitment)-dir. (Marcia 1993).
Marcia yaşam alanları ve kimlik şekillenmesinin iki boyutunu göz önünde bulundurarak dört ayrı kimlik statüsü tamamlanmıştır (Marcia 1993):1. Başarılmış Kimlik Statüsü (Achievement): yoğun bir araştırmadan sonra yukarıda tanımlanan yaşam alanlarında kalıcı bağlanmalar yapılmıştır.
2. Askıya Alınmış Kimlik Statüsü (Moratorium): Yoğun bir araştırma yapılmıştır ama herhangi bir bağlanma yapılmamıştır.
3. İpotekli Kimlik Statüsü (Foreclosure) hiçbir araştırma yapılmadan yakın çevredeki otorite figürlerinin (ana-baba, geleneksel beklentiler) birey için önerdiği ya da planladığı beklentileri karşılayan bağlanmalar yapılmıştır.
4.Dağınık Kimlik Statüsü (Identity Diffusion): Ergen yoğun bir araştırma yapmış fakat hiçbir bağlantı gerçekleştirememiştir veya bağlantı yapmak için hiçbir araştırma yapmamıştır.



Marcia (1993) başarılmış ve askıya alınmış kimlik durumlarına üst kimlik durumları, ipotekli ve dağınık kimlik statülerine alt kimlik durumları olarak tanımlar.

www.turkpdr.com

KİMLİK DUYGUSU

“Self” kelimesinin Türkçe olarak “kendi, kendilik, öz, bazen de benlik” anlamına gelir. “Öz “ karşılığı yani “kendim” anlamında uygun kaçmaktadır. Mesela self-respect: öz saygı, self-confidence: öz güven uygun olmaktadır.
Kimlik çok çeşitli bağlamlarda kullanılan bir kavram-ego kimliği, öz kimliği, kişisel kimlik, grup kimliği, ulusal kimlik, cinsel kimlik, kültürel kimlik, mesleki kimlik ve başkaları. Bunların hepsi bireyin kimlik duygusunun değişik yanlarını oluştursa da bu duygunun kaynağına inmek açısından anahtar kavram ego kimliğidir (ego identity).
Dereboy (1993) kimlik duygusu ve bileşenlerini şöyle açıklar: “kimlik duygusu, bireyin kendini birey olarak benzersiz ve kendine özgü bir tarz içinde varolduğunu ve bu tarzın süreklilik gösterdiğini duyumsayışıdır” Kimlik duygusu belirli yaşantıların bileşimidir:
1.Özün (self) zaman içindeki aynılık ve sürekliliği: çocukluktan bu yana dış görünüşümüz, düşünce ve davranışlarımız değişmekte olsa bile biz hep aynı insan olarak kaldığımızı duyumsarız. Bocalama içindeki hastalar, çocukluklarını kendi geçmişleri olarak algılamakta zorlandıklarını belirtirler. Öyle ki, kimi hastalar çocukluk resimlerine baktıklarında resimdeki çocuğun kendileri olduğunu bildiklerini ama öyle hissedemediklerini, ya da kendilerini o çocuğun büyümüş hali gibi düşünmekte güçlük çektiklerini dile getirmektedirler. Yani kendi geçmişine yabancılık hissetmektedirler.
2.Özün roller içindeki aynılık ve süreklilik yaşantısı: günlük yaşantımızda sürekli olarak değişik ortamlar ve insan ilişkileri içinde farklı rollerde oluruz. İçine girdiğimiz değişik roller arasında derinden derine bir tutarlılık ve özümüze uygunluk olduğunu duyumsarız. Bocalama içindeki gençlerin başta gelen yakınmaları arasında, her ilişkide bir başkası olmak ve hangi ilişkide gerçekten kendisi olduğunu bilememek gelir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak bu gençler, davranışlarının sahte olduğunu, sürekli rol yaptıklarını ve kendileri olamadıklarını düşünürler.
3.Özün başkaları önündeki aynılık ve süreklilik yaşantısı: insanlarla farklı ilişkiler kurarız. İlişkilerimizde inişler-çıkışlar olur. Yine de ilişki kurduğumuz insanların hepsinin biz de aynı insanı tanıdıklarını düşünürüz.
4.Kendi yolunda yürüyor olma yaşantısı: bireyin seçtiği ve yürüdüğü yolun kendi yolu olduğunu algılaması, yöneldiği geleceğin özüne uygun olduğunu duyumsaması.
Kimliğin bu temel bileşeni birbirinden kesin sınırlarla ayrılamaz ve birbirleriyle ilişkilidir.

Öz İmgesi (self-image) ve Nesne İmgesi (object-image) ile Tasarımları (representation)
Bilinçdışımızda tüm etkileşimlerimizin kaydının tutulduğunu ve yaşamımızdaki önemli insanlar için de özel dosyalar açıldığını söyleyebiliriz. Örneğin annemizle ilgili bir anne imgesi yani daha genel deyişle “nesne imgesi” oluşmaktadır. Tabi ki bu nesneler sadece görüntü değil nitelikleriyle anlam ifade eden imgelerdir. Eğer annemiz bizi olumlu bir davranış nedeniyle kutluyorsa “seven beğenen anne imgesi” olarak kaydedilecektir. O andaki kendi görüntümüz de “sevilen, beğenilen, kıvanç duyan, iyi ben” olarak kaydedilecektir. Buna da öz imgesi (self-image) diyebiliriz. Yani öz imgesi bir yönüyle ilişkiler sırasında belirlenmektedir. Durmadan yenilenen öz imgeleri eskisiyle karşılaştırılır. Bütün görüntüleri üst üste getirip, hepsinden bir iz taşıyan tek ve genel bir görüntü yaratmaya çalışır. Çevremizdeki insanlarla etkileşimden kaynaklanan öz imgelerimizin bilinç dışı harmanlanması ile oluşan genel görüntüye öz tasarımı (self-representation) denir. Aynı şekilde, çevremizdeki insanların herbirinin beynimizde oluşan harmanlanmış görüntüsü de nesne tasarımı (object-representation) olarak adlandırılır. Tabi ki sadece bunları ilişkiler belirlemez.
Öz imgelerinin genel olarak bilinçöncesi olması, bunların harmanlama sürecinin bir de bilinçli yanı olduğunu düşündürür. Kişinin, kendisine ilişkin bu bilinçli algısını öz kavramı (self-concept) olarak anabiliriz. Bilinçdışında kullanılan harç birincil süreç düşünce (primary process thinking) iken, bilinçte kullanılan harç ikincil süreç düşünce (secondary process thinking) dir. Öz kavramı daha çok bilişsel psikoloji alanında kullanılır. Yani insanın bilinçli olarak kendisini algılaması ve kendi üzerinde düşünmesidir. Erikson (1968) kişinin kendisi üzerine bilinçli algısı ve düşüncesini “Ben” olarak adlandırılır. Aynı sekilde bilinçli düzeyde algılanan nesne imgeleri ise nesne kavramı olarak adlandırılır. Kişinin beynindeki nesne tasarımları ve nesne kavramları topluca o kişinin iç nesnelerini (internal objects) ya da nesne dünyasını (object world ) oluşturur.
Kişinin kendisinin biyolojik, ruhsal ve toplumsal özellikleriyle kendi beyninde oluşmuş görüntüsü öz (self) olarak adlandırılır. Bize kendini nasıl gördüğünden söz eden bir insan öz kavramını ortaya koymaktadır. Kendini kötü ve değersiz gördüğünü ifade eden bir hasta öz kavramını aktarmaktadır. Biz özü derin olarak hisseder ve dolayısıyla “ben” diyebiliriz ki buna öz duygusu (sense of self) denir. Öz duygusu; kendi bedenimiz içinde kendimiz olarak varolduğumuzu duyumsayışımızdır.
Öz imgelerin ve nesne imgelerinin bilinçdışında biribirinden ayrıştırılması gerekir. Öz duygusu kimlik duygusuna göre daha temel bir yaşantıdır. Öz duygusunu olmadığı yerde kimlik duygusundan bahsedilemez.
Beynin bilinçdışı etkinliği psikanalitik alanda “ego” dur. Egonun temel işlevi yaşantıları gözlemek ve sentezlemektir.
Ergenliğe girişle birlikte öz imgeleri arasındaki çelişki daha keskin biçimde algılanmaya başlanır. Buda gencin kendisini tutarlı bir kişi olarak algılamakta zorlanmasıdır. Olumlu ve olumsuz öz imgelerinin kaynaştırılması ile öz kimliği oluşturulur. Yani kişinin kendisini olduğu gibi kabul edebilmesidir. Kimlik duygusu egonun yaşantılarını gözleyici ve örgütleyici işlevlerinin ürünü olarak görülmelidir (Erikson 1968). Ego kimliği terimiyle anlatılmak istenen, egonun kimliği değil; egonun işlevselliği sonucu yaratılan ve sürdürülen kimlik duygusudur.
Nesne İlişkilerinin İçselleştirilmesi (internalization)
Burada özdeşim (identification), içe-atım (introjection), yansıtma (projection) ve içe-alım (incorporation) kavramları da ele alınmalıdır. Mahler’e göre 5.nci ya kadar bebek , annesini kendisinin dışında bir varlık olarak değil; kendisinin bir parçası olarak algılar. Bu evre sembiyotik dönem olarak adlandırılır. Bu dönemde öz ve anne imgeleri ayrıştırılamaz. Daha sonra ayrışma-bireyselleşme süreci başlar. 3 yaşına kadar büyük kısmı tamamlansa da yaşam boyu sürer. Ayrılma ve bireyselleşme yönündeki ikinci büyük atılımın gençlik çağında kimlik oluşumuyla birlikte gerçekleştiği söylenebilir.
Nesne ilişkilerinin içselleştirilmesi ile özdeşim oluşur. Çocukta sevdiği insanlara benzemek, onlar gibi olmak arzusu varlığını sürdürmektedir. Bunun etkisiyle, o insanların benimsediği özelliklerinin kendisinde bulunduğunu düşler. Bu düşlemler, çocukta gerçekçi öz imgelerine ek olarak arzulanan öz imgelerinin (wishful self-images) doğmasına neden olur.

www.turkpdr.com

KİMLİK KAVRAMI VE KURAMLARI

Marcia kimliği, duyu (sense), tutum (attitude) ve çözülme (resolution) kavramlarıyla açıklar ama yazar bu kavramla ilgili olarak en iyi terimin “içsel bir kendilik yapılanması” (internal self-constructed) olduğunu belirtir. Kimlik bireyin dürtülerinin, yeteneklerinin, inançlarının ve bireysel tarihinin dinamik bir organizasyonudur (Marcia 1980).
Erikson ise (1968) kimlik oluşum sürecini bilinç ve bilinç-dışı mekanizmaların bileşimi olarak açıklamaktadır. Yazara göre ego-kimliği kavramı bireyin kendine bakışının yapılanmasıdır.

Ergenlikte Kimlik Kavramı ve Gelişimi

Ergenlik başkalaşım (metamorphose) ve dönüşüm (mutation) demektir. Ergenlik döneminde birey hem bedensel, hem ruhsal, hem de toplumsal alanda değişime ve dönüşüme uğrar.
Ergenlik dönemi bireyin, farklı yaşam alanlarında “ben kimim?” sorusuna yanıt aradığı, yaşam içinde yürüyeceği yolu çizmeye başladığı bir evredir. Bu süreç “kimlik şekillenme” (identity formation) sürecidir ve ergen bu temel görevini yerine getirirken birçok sorun ve karmaşayla yüzyüze kalacaktır. Bu öyle bir evredir ki literatürde ve kuramlarda ergenlik stres ve karmaşa dönemi olarak betimlenmektedir.
Ergenlik terimi ile eşdeğer kullanılan terimler adolesan, puberte ( latincede puberscere: yani kıllarla kaplanmak), gençlik ve juvenil dir.
Ergenlik psikolojisi konusunda bugünkü anlamıyla, bilimsel diyecebileceğimiz ilk çalışmayı yapan ve Adolesence adlı kitabı yazan G. Stanley Hall’a göre ergenlik yeniden doğuş dönemdir. Hall, filogenetik (türün evrim içinde gelişimi) ile ontogenetik (bireyin yaşam süreci içinde gelişimi) gelişimi simetrik kabul eder. Hall, ergenlik dönemini insan yavrusunun, toplumun bir bireyi olacak şekilde uygarlaşma dönemi olarak görür. Fransız psikanalist Françoise Dolto da ergenliği ikinci doğum olarak tanımlar ve dönemde bireyin kırılgan olduğunu belirtir.
S. Freud’a göre ergenlik Ödipal çatışmanın yeniden yaşanmasıdır. Çocuğun 3-5 yaşları arasında yaşadığı Ödipal çatışma, dürtülerin bastırılması, cinsel kimliğe ulaşılması ve toplumsallaşmaya yönelik ilk adımların atılmasıyla çözümlenir. Ergenlik döneminde bu çatışma, biyolojik dürtülerin güçlenmesiyle yeniden ortaya çıkar ve yeniden bir toplumsallaşma süreci yaşanır.
Anna Freud ergenliği “fırtına ve stres dönemi” olarak tanımlarken ergenliği çelişkiler dönemi olarak görür. Peter Blos’a göre de ergenlik “ikinci ayrılma-bireyselleşme” dönemidir. Nesne ilişkileri kuramcılarından Jacobson’a göre ise bu evre “yas dönemi”dir. Anne-babadan ayrılma sürecinin ergende yas benzeri bir durum ortaya çıkardığı ve yasın çözümlenmesinin ego ideali gelişiminde önemini vurgular.
Kişiler-arası (interpersonal) ilişkiler kuramının öncüsü olan Sullivan, ergenliği cehenneme benzetir. Fakat son dönemlerde yazarlar ergenlik döneminin yaşamın diğer dönemlerinden daha stresli ve sorunlu olmadığını görüşünü savunmaktadırlar (Offer ve ark. 1990).
Ergenlik dönemi bilişsel-gelişimsel kuramda (Jean Piaget) “Soyut İşlem Evresi” içinde yer alır. David Elkind (1979) bilişsel gelişim içinde, ergenlerin soyut düşünme yeteneğiyle çocuklardan farklı biçimlendikleri benmerkezciliğe dikkat çekmektedir.
Ergen gelişiminin çok boyutlu olması (biyolojik, psikolojik ve toplumsal) ergenliğin sınırlarının net bir şekilde belirlenmesini engellemektedir. Yaş olarak bu süre genelde 12-21 yaş arası kabul edilmektedir (Marcia 1980).
Ergenlik kimlik şekillenmesi (identity formation) için temel evredir.

www.turkpdr.com

Ergenlik Döneminde Düşünce ve Zekanın Gelişmesi

Bireylerin bilgi edinme ve bu bilgiyi kullanma biçiminin gelişimine “bilişsel gelişme”, yeni bilgiyi alıp daha önce öğrendiklerini kullanarak karşısına çıkan yeni problemleri çözebilme yeteneğini ise “zeka” olarak tanımlayabiliriz. Gençlik, bireyin yetişkin düşüncesine özgü bilişsel yetenekleri kazandığı ve geliştirdiği bir dönemdir. Bu süreç, soyut (formal-operasyonel) düşünceye geçişle başlar.Zekanın ergenlik dönemine kadar dik bir eğri boyunca hızla geliştiği, 15-16 yaşlarında doruğa ulaştığı, ondan sonra yatık bir eğri izleyerek 20 yaşına kadar yavaş bir gelişme gösterdiği kabul edilmektedir. Erkekler kızlara göre görsel-uzaysal, matematiksel konularda daha avantajlı iken, kızlarda dil gelişimi daha erken başlar.

www.turkpdr.com

Ergenlik Döneminde Ortaya Çıkan Duygusal Değişiklikler

Ergenlik döneminin başlaması ile beraber, ailenin denetiminde olan çocuk gitmiş, onun yerine sorumluluğunu kendisi almaya, aile denetiminin dışına çıkmaya çalışan bir genç olmuştur. Yeni arayışlar içerisinde olan genç, “ben kimim, neyim, ne olacağım, toplumdaki yerim ne?” gibi soruları bilinçsiz olarak kendine sormaya başlamıştır. Anne babanın etkisinden kurtulmaya, sıyrılmaya çalışır. Onun gözünde artık, anne ve babası hiç yanılmaz, hiç haklı kişiler değildir. Onları eleştirici bir gözle yeniden değerlendirmeye başlar. Beğenileriyle alay eder, düşüncelerini eskimiş bulur, inançlarını kuşkuyla karşılar, sanki artık anne ve babasından öğrenecek bir şeyi kalmamıştır. Anne ve babanın öğütleri batar, uyarıları onu kızdırır, tabii ki bunları yaparken dengeli ve kontrollü değildir, aşırıya da kaçabilir. Gencin bu davranışlarının nedeni, bağımsız olduğunu vurgulama savaşı, kimlik sorunu mücadelesidir. Maziden kopma yani bağımlı, uyumlu, ailesinin denetiminde olan birisi değil de, özgür bir birey olarak istikbale adım atma, varolduğunu, bağımsız bir birey olduğunu hissetmesidir.
Gençlik döneminde ortaya çıkan ve her genç için normal kabul edilen duygusal değişiklikleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Yalnızlık isteği; 12-13 yaşlarına rastlayan bu dönemde evin etkinliklerine de karışmak istemez ve de bir süre kendini yalnızlığın içinde bulmak ister.
2. Can Sıkıntısı; Erinlik döneminde ergen, çocuklukta daha önce zevkle oynadığı oyunlardan, isteklerden, yaptığı görevlerden bıkmış ve toplumsal eylemlerden kendini çekmiştir. Bu etkinlikleri aptalca karşılayan ergen kendini can sıkıntısı içinde bulur.
3. Toplumsal Zıtlık; Ergen çevredekilerin etkinliklerine katılmakla kalmaz, her an kavga ve saldırıya hazır bir durumda, onların neşe ve huzurlarını engellemeye çalışır. Evle çatışma halindedir. Ailesindekileri beğenmez, kızar, alay eder. Huzursuzluk merkezi gibidir. Zıt gider, tartışmaya hazırdır.
4. Otoriteye Karşı Direniş; Kız ve erkek çocukların ana babalarıyla olan çatışmaları 13 yaşlarında en üst noktaya ulaşır. Anneler çocuklarla daha uzun süre beraber olduğundan ve daha çok işlerine karıştığından onlara karşı direniş daha çoktur.
5. Karşı Cinse Yönelmiş Zıtlık; Kızlar karşı cinsle olan zıtlığı, erkeklerden daha çok yaşarlar. Kızlarda erkeklere karşı küçük düşürücü davranışlar ve nefret daha sık görülür.
6. Duygululuğun Artması; Karamsarlık, asık suratlılık, ufacık bir nedenle ağlamalar bu dönemin duygululuğu sonucu olmaktadır. Hiç bir şeyden hoşnut olmamak, her söyleneni kendine yönelik bir eleştiri gibi almak ve alınmak bu dönemin davranış özellikleridir.
7. Kendine Güvensizlik; Genç, yaşamının akışındaki duygusal dalgalanmalar içerisinde, bir an kendini kısa bir süre için güvensiz olarak hisseder. Bu kendine güven eksikliği, kısmen bedensel dünyasında meydana gelen değişiklikler sonucu oluşan fiziksel direncinin azalmasından, kısmen de üzerindeki toplumsal baskıdan ve eleştiriden ileri gelir.

www.turkpdr.com

ERGENLİK

Latince “Adolescere” den türetilen ve batı dilinde "Adolescent" diye bilinen bu dönemin kelime anlamı "büyüme" olup, ruhsal alanda önemli değişikliklerin belirdiği, çocuklukla erişkinlik arasında yer alan hızlı büyümenin ve olgunlaşmanın olduğu bir çağdır.
Ergenlikte Ortaya Çıkan Fiziksel Değişiklikler
Ergenlik gerek fiziksel gerek duygusal değişimlerin çok hızlı yaşandığı bir dönemdir. Püberte (erinlik) dönemi ergenlik döneminin başlangıcıdır. İnsanın cinsiyet özelliklerini kazandığı gelişim dönemidir. Vücutta ve hormonlarda değişikliğin ortaya çıkışıyla bu dönem başlamış olur. Ergenlik belirtilerinin görülmesinden iki yıl önce her iki cinsin de hormonları yoğun bir hazırlığa başlamıştır. Kızlarda ve erkeklerde püberte ve adolesan döneminde androjen ve östrojen hormonları birlikte etkili olurlar. Çocukluk döneminde hem östrojen hem de androjenler böbrek üstü bezleri tarafından küçük miktarlarda üretilirler. Pubertede her iki cinste de görülen ilk endokrin olay gonadotropinlerin salgısının artışıdır. Bunun sonucunda, kızların overlerinde folikül gelişimi, erkeklerin testislerinde tübül gelişimi görülür ve östrojen ile androjen hormonlarının üretimi gerçekleşir. Her iki hormon her iki cinste de gelişir.
Bireyin erinlik döneminde olduğuna karar verebilmek için en önemli 3 temel ölçüt;
1. Ay hali, gece boşalmaları,
2. İdrarın kimyasal analizinde, erkeklerde meni, kreatin ve androjen, kızlarda ise östrojenin ortaya çıkması,
3. Kemik gelişiminin röntgenle saptanmasıdır.
Erinlik yaşı genellikle kızlar da 8-13, erkeklerde 9-14 yaşları arasındadır. Bu dönemde görülen fiziksel değişimleri her iki cinste ayrı ayrı verecek olursak,



ERKEKLER
· Testis büyümesi
· Genital bölgede pubis kıllarının görülmesi
· İlk ejekulasyon (Penisten mayi ve spermin atılımı, boşalması)
· Jinekomasti (bir miktar göğüs büyümesi olup genellikle geçicidir.)
· Puberteden yaklaşık 2 yıl sonra koltuk altı ve yüzde kıllanma
· Ter bezleri gelişimi ve yüzdeki kıl deliklerinin büyümesi erkeklerde daha belirgindir.
· Boy ve kiloda artış ile larenks (gırtlak) gelişimi sonucu sesin çatallaşması. (Bu değişimlerin en hızlı olduğu dönem 14 yaş olup, ortalama 12-17 yaşları arasındadır. Boy değişiminin büyük kısmı erkeklerde kızlardan daha sonra görülür.)
· Pubik kıllanma dikey olarak karına ve yanlamasına baldıra yayılır. Omuz genişliği artar.

KIZLAR
· Meme tomurcukları ve areola genişler.
· Koltuk altı kıllanma erkeklerden daha önce başlar. Ter bezi ve por (delik) gelişimi erkeklerden daha az belirgindir.
· Kilo ve boy artışı erkeklerden iki yıl önce görülür. Kızlarda püberte sonrası boy artışı erkeklerden daha azdır.
· Pubik kıllanma yatay olarak alt abdomene (karın) ve uyluğun medial (iç) yüzlerine yayılır. Meme başı koyulaşmış ve areoladan dışarıya doğru projekte olmuştur.
Ergenlik belirtilerinin başlaması ile birlikte hormonların etkisiyle de boy uzamasında belirgin bir hızlanma görülür. Ergenlik başlangıcında erişkin boy uzunluğunun yaklaşık %80’i, 2- 4 yıl içinde erişkin boyun % 99 una erişir. Boy büyümesi ergenliğin son evrelerinde giderek yavaşlayarak kızlarda 16-18, erkeklerde 18-20 yaşlarında durur. Erkekte omuzlar genişler, kalça dar kalır; kızlarda ise tersi olur. Kalça ilerdeki doğum olayına hazırlık olmak üzere genişler.
Fiziksel Değişikliklerin Duygu ve Davranış Üzerindeki Etkileri
Ergenlikteki fizyolojik değişikliklere karşı duygusal tepkiler çok çeşitli yönlerden incelenmiştir. Genellikle kabul edilen bu değişiklikler sırasında gencin dikkatinin ve enerjisinin kendine dönük olmasıdır. Genç bedeninde meydana gelen hızlı değişiklikleri çoğu kez bedenine karşı “bir yabancılaşma” olarak algılamaktadır. Yüzünü, bedenini merak eder, nasıl bir yüzü oldu, nasıl bir bedeni oldu, nasıl bir kol adalesi oldu, bütün bunları ve kendisini çok inceler. Dikkati daha çok bedenine yöneliktir. Enerjisi giyimine, güzel bir kız mı, yakışıklı bir erkek mi olduğu üzerinde yoğunlaşmıştır.
Hızlı büyüme ve bedendeki değişiklikler, yorgunluk ve huzursuzluk gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu dönemde toplumsal sorumluluk ve görevlerin eklenmesi yorgunluk ve sinirlilik halinin daha yoğun şekilde ortaya çıkmasına neden olur. Genç bu yükleri çekecek kadar güçlü değildir.
Fiziksel değişikliklerin davranış ve duygular üzerindeki genel etkilerini şöyle sıralayabiliriz:
Çalışma isteksizliği; Büyüme bütün enerjiyi çekmekte, başka yerlerde enerji kullanımı düşmekte ve bu da gencin çabuk yorulmasına neden olmaktadır. Bu yüzden de gencin eski çalışma isteği eskisine oranla azalır.
Ahenksizlik; Erinlik başlayıp da bedende hızlı bir büyüme ortaya çıkınca hareketlerde ve dengede ahenksizlik belirir. Ergende bir ağırlaşma ve sakarlık görülmeye başlar. Fiziksel büyüme yavaşladıkça, ergen beden oranlarının yeni hızına gittikçe daha fazla uyum gösterir hale gelir.
Huzursuzluk; Bedeni ve ilgileri farklılaştıkça, genç yeni ilgiler ve uğraşlar arayacak ve durmadan değişik işlere girişecektir. Büyüyen bedende fiziksel huzursuzluk da vardır. Uzun süre bir yerde oturamaz. Bu fiziksel gerginlik onu dolaşmaya iter.
Cinsiyetle Fazla Uğraşma; Cinsiyet organlarındaki büyüme ve bu büyümenin yarattığı duygular çocuğun ilgisini bu bölgelere çeker. Mastürbasyon erkeklerde 13-14, kızlarda 10-12 yaşlarında üst noktadadır. Ayrıca aşırı çekingenlik ve çok sık hayal kurmalara da bu dönemde rastlanır. Kızlar bu dönemi erkeklerden daha zor geçirirler. Bunun nedeni ise bu evreye erkeklerden daha önce girmeleri ve toplumsal kısıtlamalara erkeklerden daha fazla boyun eğmeleri nedeniyledir.


www.turkpdr.com

17 Nisan 2009 Cuma

ERGENLİK DÖNEMİ…


Oldukça uzun ve dengeli bir davranış döneminden sonra çocuk ansızın dengesiz ve düzensiz bir evre olan ergenlik döneminin eşiğinde kendini bulur. Ergenlik dönemi Özlem duyulan bir yaşam dilimi olmadığı gibi, gelişmekte olan çocuk için de yaşanması oldukça zor bir evredir. Bu evre, gence hiçbir şey anlatamadığımız için. anlaşma çabasının yoğun ola­rak sürdürüldüğü bir dönem şeklinde açıklanabilir.
Ergenlik konularındaki çalışmalarıyla tanınan Stanley Hall, hızlı ve belirgin değişikliklerin bu dönemde yer aldığını, b evrede çocuğun tümüyle yeni bir kişiliğe büründüğünü ileri süren Hall’a göre bu değişiklikler cinsel olgunluk sonucu, yani biyolojik kaynaklıdır. Hall bu dönemi bir “fırtına ve gerginlik evresi olarak tanımlar. Ona göre, bu evredeki genç duygusal dengesiz önseziden yoksun bir bireydir.
Ergenin duygusal dünyasında hızlı çelişkiler dikkatimizi çeker. Yalnızlıktan duyulan hazzın yanı sıra, bir gruba katılma özlemi, yetişkini hor gömme, ama ona dayanma: endişe (anksiyete) ve umutsuzluğa karşın geleceğe coşkuyla yöneliş bu ev­renin belirgin çelişkili duyguları arasında savılabilir. Ergenin duygusal tepkilerini etkileyen başlıca faktörler sağlık durumu, zeka düzeyi, cinsiyet, okul başarısı ve sosyal kabul düzeyidir. Özellikle sağlık koşuluyla duygusal tepkiler arasında önem­li bir ilişki vardır. Kötü sağlık koşulları aşırı duygusal kılabilir. Çevresinin istediği biçimde davranmak ve duygularını gizl­emek için ergen içine kapanır. Ergenin kontrol altında tut­tuğu duyguları çoğunlukla sosyal grup tarafından hoş karşılanmayan korku, öfke ve kıskançlık gibi duygulardır. Ergenlikte çok görülen sertlik ve kabalık gibi davranış biçimlerinin ardında, diğer insanlara duyulan ilgi azlığı ve sadece kendi düşünce ve fikirleriyle ilgilenme gibi nedenler bulunmaktadır. Karamsarlık, gerçekle ilgili çatışmalar, kişisel üzüntü ve şüphelerin sonucunda meydana gelir. Güvensizlik duygusu ve çevrenin takdirini kazanma arzusu gencin başarısızlıklarını ve motivlerini incelenmesine yol açar ki, bunun sonucunda da genç kendini yetersiz bulduğunda içine çekilebilir. İşte bu tür farklı etkenler, gencin duygusal dünyasında dengesizliklere neden olurlar. örneğin, bir gün önce çok neşeli görünen genç, diğer bir gün üzüntülü ve içine kapanık olabilir.
Oyun arkadaşları tarafından kabul edilmek, sevilmek gereksinimini duyan ergen bu isteğini bir takım yollarla ifade etmeye çalışır. İstek ve gereksinimleri olumlu alarak karşılan­dığında mutlu olur. Aksi halde endişelenir, öfkelenir, kıskanır. Böylece heyecanlar temel iç itilim ve gereksinimlerle ilişkili ol­makla birlikte, onlarla eşanlama gelmez.
Okula başladıktan sonra ergenliğe kadar heyecan biçimleri giderek arttığı ve farklılaştığı görülür. Gelişim süreci içinde heyecanı oluşturan nedenlerin de farklılık gösterdiği dikka­timizi çeker. örneğin, ilk çocukluk döneminde öfke sık sık oyuncakla ya da güncel olaylarla ilgili çatışmalardan doğarken, ergenlik döneminde öfkenin nedenlerinin başında sosyal etkenlerin geldiği görülür. Ergen böyle bir öfke ortamına, kendini rahatsız eden ya da kendince saçma olan nedenler yüzünden girer. Birçok araştırıcı, ergenlik döneminde yüksek bir duygusallık görüldüğü noktasında birleşmektedir. Bu evrede duyguların şiddet kazandığı görülür. Bu dönemde duygular ergenin tüm yaşamında etkili olurlar. Küçük bir kırıklık ergenin yakın çev­resindeki ilişkilerini doğrudan etkiler. Duyguların şiddetlenmesi sonucu gerginliğin doğurduğu belirli alışkanlıklar görülür. Bu alışkanlıklardan en yaygın olanı iyi uyum sağlayamayanlar­da görülen tırnak yeme alışkanlığıdır. Gerginlik azaldıkça ve genç dış görünüşüne önem vermeye başladıkça, tırnak yemede de belirgin bir azalma görülür.
Üniversite öğrencileriyle yapılan bir araştırma, sinirliliğin doğurduğu alışkanlıkların şu dört türde olduğunu gösterir:
1.Ağızla ilgili (başparmağı emme, tırnak yeme, dudak emme veya ısırma)
2.Burunla ilgili (burun kaşıma),
3.Tüylerle ilgili (saçı bükme veya çekme),
4.Yüzle ilgili (yüze elle dokunma, yüzü elin üzerine da­yama).
Ağızla ve yüzle ilgili olan alışkanlıkların en sık rastlanan türde alışkanlıklar olduğu saptanmıştır. Ergen çoğu kez can sıkıcı ölçüde bedeninin bilincindedir; onu incelemek, yeniden tanımak ve başkası üzerinde yapacağı etkiyi tasarlamak için aynanın önünde saatler geçirir. Bu çağ, utangaçlık duygusunun ve (eleştiriye yol açacak bir biçimde) dikkati çekme korkusunun yoğun olarak görüldüğü dönemdir. Bu evrede küçük kusurlar son derece büyütülür ve bunlar ki­şinin tüm bilincini kaplar.
Her yaşta uyum, duygusal gerginliği de beraberinde geti­rir. Çünkü yeni durumlara uyum, hem zihinsel, hem de hare­ketle ilgili davranışlarda bir değişikliği gerektirir. Ergen, çocukluk dönemindeki alışkanlık ve fikirlerinin artık kendisi için yetersiz olduğunu görür. Duygusal gerginlik yerleşmiş olan bu alışkanlıkların yerlerine yenilerinin kazanılması sonucunda or­taya çıkar.
Çevresel ve toplumsal faktörler ergende güvensizlik duygusu yaratır ki, bu da duygusallığa neden olur. Aile içindeki duygusal ve sosyal etkileşim açısından başa­rılı bir çocukluk dönemi geçiren birey ergenlik dönemi sorun­larını daha kolaylıkla çözebilir. Çocukluk yıllarında çocuklarıy­la arkadaşça bir diyalog kurmayı başaran anne babalar, bu diyalogu ergenlik döneminde de sürdürmekle, genç için gerekli olan rehberlik işlevini yerine getirmiş, olurlar.
Kuşaklar arasındaki farklı duyuş ve düşünüş nedeniyle, anne baba ve ergen arasında, yeterli düzeyde dostça bir ilişki kurulamamaktadır. Bunun sonucu olarak da, davranışlarından dolayı, kendisine çocuk muamelesi yapılan genç, yer yer isyan etmektedir. Sosyal baskıyla oluşturulan güvensizlik ve şüphecilik duyguları, yerine, gence bir kişiliğe sahip olduğu hissettirilmeli, işinde ve sosyal yaşamında arzularını yetenek ve gereksinmelerine uygun bir biçimde gerçekleştirebilmesine yardım edil­melidir. Yeni bir çevreye uyum her yaşta zor olmakla birlikte, ergenlik döneminde uyumun daha da güçleştiği görülür. Bunun başlıca nedeni, ergenden kısa bir süre içinde birçok yeni çevreye uyum göstermesinin beklenmesidir.

www.turkpdr.com